20 Şubat 2011 Pazar

Şeyh Ali haydari Ahiskavi

Ahıskalı Ali Haydar Efendi'dir. Dini ve manevi ilimlerde devrinin müstesna şahsiyetlerindendir. Memleketi Ahıska’da başlayan tahsil hayatı, akabinde zamanının en önemli ilim merkezlerinden biri olan Erzurum Bakırcı Medreselerinde devam etmiştir.devamını oku


Daha sonra İstanbul’a gelen Ali Haydar Efendi, Fatih Medreselerine intisab etmiştir. İlmi silsiledeki icazetini 1901 yılında Çarşambalı Ahmed Hamdi Efendi’den almış ve 1902’de Dersiam olarak ders vermeye başlamıştır. Bu arada Hukuk eğitimine devam etmiş ve 1906’da Medreset'ül-Kuzat’dan (Hukuk Fakültesi) mezun olmuştur. Daha sonra Fetvahane Fıkıh Müsevvidliği ve Sahn Medresesi Fıkıh Müderrrisliği vazifelerinde bulunmuştur. Huzur Dersleri başmuhatablığı gibi devrinin en mümtaz ilim meclislerinde yer alan Ali Haydar Efendi, aynı zamanda Mecelle Telif ve Tercüme Komisyonunun da üyesi idi.

Tasavvuftaki yetişmesi Bandırma’lı Bezzaz Ali Efendi’dendir. Kendisine intisab ettikten sonra, ‘kitap ötesi ilimde de’ temayüz etmiş ve 1914’de müridlerin reyi ve Meşihat Makamının tayini ile irşad makamındaki hizmetine Çarşamba’daki bu mekanda devam etme hakkı tanınmış, ancak bir haksız engel sebebi ile buradaki hizmete başlaması 1919’u bulmuştur.

Tevhid inancı’nın anlaşılması ve yaşanması konusunda her zaman İslam’ın özünü teşkil eden yaklaşımı esas alan Ali Haydar Efendi, “Allah’ın insanları dış görünüşleriyle değil, ancak salih amelleriyle değerlendireceği” ilahi gerçeğini her vesile ile vurgulamıştır. Tasavvuf yolunun asla kalabalık taraftar toplama faaliyeti olmadığını şu ifadesiyle anlatırdı: “Bu yol, en berrak ve leziz suların aktığı bir çeşmedir, susayan gelir içer. Şeyhlik makamı ise talep edilmez, ancak ihsan edilir”. İçi her daim Hakk ile dışı halk ile içiçe mütevazı bir hayatı vardı. 1960 Ağustos'unda vefat ederek Edirnekapı Şehitliğinde sırlanmıştır.

TAKDİM
13.hicri yüzyılda Anadolu’nun gönül iklimlerini coşturan mana erlerinden biri de Ahıskalı Ali Haydar efendidir. O ve emsali “Azametli bahtsız bir kıtanın,şanlı sahipsiz bir devletin, değerli,hasta bir milletin ızdıraplarını alabildiğine soluklamış, ayların hep muharrem olduğu günlerde ümidle istikbale dönmüş,gül alıp gül satarak, gönülleri gül-i
Muhammedi’nin(aleyhissalatu vesselam) 14 asrın eskitemediği, o taptaze, o dipdiri rayihasiyla donatarak,etrafın bir gülşene döneceğini umud etmiş bunun için de insanımıza eğilmeyi, onu eğitmeyi gaye ve hedef seçmişlerdir.Rabbim hepsinden razı olsun. Eslafımıza hayrül halef olmamızı nasip eylesin.Amin.

HAYATINA KISACA BAKIŞ

Ali Haydar efendi hazretleri 1870 (1288 Hicri) senesinde Batum’un Ahıska kazasında dünyaya geldi. Pederlerinin ismi Mehmed Şerif efendi’dir. İki yaşındayken annesini, dört yaşında babasını kaybetti.İlk medrese tahsilini memleketinde yaptı. Daha sonra 1894’te Erzurum’a hicret etti.Medrese eğitimine bir müddet burada devam ettikten sonra Dersaadet’te(İstanbul) ilmin zirvesine ulaşabileceği mülahazasıyla Payitahta geldi. Burada Meşhur Çarşambalı Hoca Ahmed efendi’den 1901 senesinde icazet aldı. Buradaki Medrese arkadaşlarının en ünlüsü merhum ve mağfur İskilipli Muhammed Atıf efendidir.

Daha sonra Fatih’te dersiam olarak vazifeye başladı. 1909’da Fetvahane’de fetva vermiş, gösterdiği ilmi kudreti dikkatleri çekmiş, 1914 ‘de Sahn Seman medresesinde fıkıh hocası olmuştur.

1915 senesinde şeyhülislamlıkta yeni kurulan Telif-i Mesail heyetinin başına getirilmiştir.Bu arada 1916 senesinden Osmanlı devletinin hitamına kadar Huzur derslerine muhatap olarak katıldı. Huzur dersleri, her Ramazan Padişah’ın huzurunda yapılması gelenek olan tefsir dersleri demektir. Ramazan-ı şerifte sekiz defa yapılan huzur derslerine Kur’an-ı Kerim’den birkaç ayeti okuyan bir hocaefendi(mukarrir) ve onu dinleyip, sualler sorarak toplantının ilmi bir müzakere şeklini almasına vesile alan 15 alim(muhatap) katılırdı.Padişah ve davetliler ise samiin(dinleyici) makamındaydı.

İlmi kariyerini tamamlayan Hocaefendi, daha sonra seyr-ü süluk ta ilerlemek için Fatih Çarşamba’da Şeyh İsmet dergahına intisap etti. Şeyhi Bandırmalı Ali Bezzaz efendidir. Ali Bezzaz efendinin vefatı üzerine 1914 senesinde müridanın isteğiyle Bu dergahın başına getirildi.

Siyasetten uzak durması, İttihad ve Terakki’ye mesafeli durması sebebiyle onlar tarafından dergahın bu seçimi onaylanmadı.Haydar efendinin postnişinliği elinden alındı.Ancak 1919’da tekrar makamına iade edildi.

1926’da Ankara İstiklal mahkemesinde yargılandı. Sebep merhum Atıf Hoca’nın “Frenk Mukallitliği ve Şapka” adlı eserinden 100 adet kadar Bandırma’ya damadına satılmak üzere göndermesidir. Ankara’da Tahir-ül Mevlevi ile aynı koğuşu paylaşmışlardır.

Tahir-ül Mevlevi, “Matbuat alemindeki hayatım ve İstiklal mahkemeleri” adlı kıymetli hatıratında(s:254) Ali Haydar efendiden şöyle bahsediyor: “Şeyh Ali Haydar efendi, kulakları işitmediği için mütalâayı(kitap okumayı) ve tilaveti (Kur’an okumayı) musahebeye(sohbete) tercih ediyor, kendisine tane tane ve yavaş söylenilmek şartıyla bir şey sorulacak olursa müfid(faydalı) ve mukni(ikna edici) cevaplar veriyor, mangalda kendi eliyle kaynattığı çayı sessizce içip hususi aleminde bulunuyor.”

Sonunda 31 Ocak 1926 günü muhakeme edildi. Muhakemesinin bir kısmı Ankara İstiklal mahkemesi zabıtlarından okunabilir.(sh:116-119- İşaret yayınları) Daha sonra ders şeriki Atıf efendi ile yüzleştirmesi yapıldı. (Ne hikmetse bununla ilgili sayfalar Meclis zabıtlarından koparılarak imha edilmiştir. ) Nihayet 3 Şubat 1926’da beraat etmiştir.

Yeri gelmişken şunu da arz edeyim. Ali Haydar efendi ile alakalı bu kısa çalışma sırasında hakkında bir sürü şeyin karıştırıldığını gördüm. Mesela Akit gazetesinin hediye olarak verdiği Yener Dönmez’e ait Son Devrin Kutup Yıldızları eserde Ahıskalı Ali Haydar efendi Mecelle şarihi Ali Haydar efendi ile karıştırılmıştır. Vehbi Vakkasoğlu bey de böyle bazı hatalı bilgileri almış, Maneviyat Dünyamızda İz bırakanlar adlı eserinin yeni baskısına koymuştur.Burada da Ali Haydar efendinin İskilipli Atıf hoca ile aynı koğuşu paylaştığı, beraatine dair şeyhini rüyada gördüğünü Atıf hocaya söylediği (s:130) vs. vs yazıyorsa da yanlıştır.Atıf hoca ile aynı hapiste kalmışlarsa da aynı koğuşları paylaşmamışlardır. Gerçi Tahirül Mevlevi bey bir rüya-yı sadıka görmüş, Ali Haydar efendi de bunu fa’li hayr olarak müşterek beraatlarına yorumlamıştır.(Bkz.T.Mevlevi.age.s:336 ve 345)

Talebelerinden Emin Saraç Hoca şöyle diyor: "Ali Haydar efendi Atıf efendi ile birlikte 6 ay Ankara'da hapiste kalmış. Ne sıkıntılar çekildiğini anlatır, bir taraftan da elini dizine vurarak; "Atıf efendi kardeşimiz kazandı" derdi.

Bu beraatten sonra Ali Haydar efendi bir sessizliğe bürünmüş daha çok has dairede irşad ve sohbet faaliyetinde bulunmuştur. Bunu pasiflik olarak değil “aktif sabır” olarak almak daha uygun olacaktır. Ve “ircii” emrine inkiyaden arkasında binlerce mahzun gönül bırakarak 1 Ağustos 1960’da Rahmet-i Rahmana vasıl oldu. Cenaze namazını çok sevdiği Merhum Ramazanoğlu Sami efendi, Yavuz Selim camiinde kıldırmıştır. Kabri Edirnekapı Sakızağacı kabristanındadır. Allah cc Rahmet eylesin

ŞEMAİL VE AHLAKI

Ali Haydar efendi heybetli, vücutça iri, müşekkel bir zattı. Hitabeti, ilmi, takvası, günde 50 bin kelime-i tevhid çekecek kadar ibadet ve zikre rağbeti ile insanlara örnek olan bir kâmil idi. Zamanın büyüklerinden hemen hepsi ile görüşürdü. Bunlar arasında iki tanesine hususi bir sevgi beslediğini müşahede ediyoruz. Birincisi Erzurum’un efesi Alvar İmamı Hâce Muhammed Lütfi diğeri ise Merhum Sami efendidir...

Ahıskalı Ali Haydar efendi Sami efendinin kendisini mükerrer ziyaretlerinin birinde oradakilere şöyle demişler: “Bu zatın bizi sekizinci ziyaretidir. Biz henüz bir defa bile
gidemedik.İşte Allah için ziyaret budur,kemalat da budur"
Ali Haydar efendi çok sevdiği Sami efendinin kendisinin cenaze namazını kıldırmasını vasiyet etmiş o da adeti olmamasına rağmen kıldırmıştır.

Oğlu Hâlid Gürbüzler babasıyla ilgili olarak şunları söylemektedir: "Babam kimseyle kötü olmamamızı söylerdi. Oturalım, çaylar, kahveler içelim demez, devamlı ilimle meşgûl olurdu. Erzurum'dan Alvarlı Mehmed Efendi, Ramazanoğlu Sâmi Efendi sık sık ziyaretine gelirlerdi. Hasib Efendi ile Mehmed Zahid Kotku Efendi de gelirlerdi. Devrin bütün âlimleri ziyâretine gelir, sohbet ederlerdi."

Mehmed Zahid Kotku hazretlerine sevgisini de şöyle açıklamıştır:"Hasip Efendi'yi tanırım, büyük zattı. Aziz Efendi'yi de okuduğum bir yazısı ile tanıdım, o da büyük bir insandı. Amma şu Bursalı'yı görüyor musunuz, büyükler büyüğü Gümüşhaneli'nin ta kendisi..."

Muhterem Necati Coşan amca(Merhum Esad Coşan’ın babası) Mehmed Zahid Efendi ile birlikte Ali Haydar Efendiyi bir ziyaretlerini şöyle anlatıyor: “Hocaefendimiz Bursa’dan yeni gelmişlerdi. 2-3 ay kadar geçtikten sonra beraberce ziyaretine gidelim dedik. Bahçe içinde ahşap bir evde oturuyordu. Geldiğimizi haber verdiler. Evin kapısı açıldı ve Hocaefendimiz önde, biz arkada merdivenlerden çıktık. Hocaefendimizin geldiğini duyunca hemen ayağa kalkmaya yeltenmiş- kendisine “kalkma” demişler. Ama o, kalktı ve Hocaefendimize sarıldı ve “Kim, bu zata mı ayağa kalkmayacağım. Kim, bu zata mı ayağa kalkmayacağım” diye yaklaşık on defa tekrarladı."

Vaktinin büyük kısmını Tahirül Mevlevi’nin de işaret ettiği gibi Kur’an okumakla geçirirdi.Hayatını ilme ve talebe yetiştirmeye hasretmişti. Talebeleri öz evladından daha değerli idi.Bunu; “Sulbümden değil, yolumdan gelen talebemdir” şeklinde ifade etmişlerdir.

Talebelerinden Emin Saraç hocaefendi Altınoluk dergisinin kendisi ile yaptığı bir röportajda Ali Haydar efendinin ilmi yönü hakkında şunları söylüyor: "Ali Haydar efendi fakih bir insan. Müthiş bir zekası var. O yaşta, alır meseleleri saatlerce konuşur. Hocamızdı, kendisinden çok dersler okudum. Bana Şifa-i Şerifi ilk defa okutan odur. Şifa-ı Şerifi okutur, hem ağlar, hem ağlatırdı."

"Kendisi Şifa-yı Şerif zevkini bana aşılayan insandır. Ondan Şerh-i Akaid, Usul-i Fıkıh, Mirat okudum. Meclisi dersten ibaretti, her an istifade edilirdi, müstesna bir insandı. Şifa-yı Şerifi okurken gözlerinden yaşlar nasıl dökülürdü bir görseniz. Hem ders mütalaası, hem de maneviyat dersleriyle mecz edilmişti."

Dini hizmetlere, emri- bil marufa büyük ehemmiyet verirdi: “Din-i mübin-i İslam’ın devam ve bekası Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker(Allah’ın emirlerini anlatmak,yasaklarından sakındırmak)’in devamına; din-i mübin-i İslam’ın inkirazı(yıkılması) Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker’in terkine bağlıdır” derdi.

Dört mezhepte fetva verme ehliyetine sahip olduğu halde çok mütevazi idi.Devamlı yeni şeyler öğrenme aşk ve iştiyakındaydı. Bundan dolayı talebeliği hiç elden bırakmamış, devamlı okumuştur.Hatta yeni bir malumat edindiğinde
hanımına “Hanife! Hanife Yeni bir cahilliğimi daha gördüm, yeni bir şeyler öğrendim” derdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder