HİLYE-İ EMİR KÜLÂL
Boyu uzun, kolları geniş ve uzunca idi. Kaşları çatık, gözleri keskindi. Esmer tenliydi. Sakalının beyazı azdı. Tevazu ehli ve yumuşak başlı idi. İtiraz ve inad nedir bilmezdi. Gençliğinde pehlivanlık yapardı. Güçlü kuvvetli ve iri yapılı idi. Şeriat, tarikat ve marifeti cem etmiş bir veliyy-i kâmildi.
Emir Külâl, seyyid-nesebdir. Babasının adı Hamza. Buhara'ya iki fersah mesafedeki Suhar köyünden. Orada doğdu, orada yaşadı ve orada öldü. Vefat tarihi: 8 Cemaziyelevvel 772 / 29 Kasım 1370. Doğum tarihi hakkında kesin bir bilgiye sahip değiliz. Ailesinin ve kendisinin çömlekçilikle hayatını kazandığı ve bu yüzden "Külâl" adı ile tanındığı bilinmektedir. Osmanlı sultanlarından Yıldırım Bayezid'e damad olan Bursalıların sevgilisi Emir Sultan hazretleri Emir Külâl ile akrabadır.
Bizim Pehlivanlığımız
Gürbüz bir yapıya sahip bulunan Emir Külâl'in gençlik yıllarında güreş sporuyla meşgul olduğu rivayet edilir. Hatta onun gibi seyyid-nesep birine güreş gibi bir sporla meşgul olmayı yakıştıramayan bir zata aid şöyle bir menkıbe nakledilir: Büyük bir kalabalık arasında güreş tutan Emir Külâl'ı seyredenlerden biri, "Peygamber soyundan gelen biri nasıl olup da, böyle bid'at sayılabilecek bir işle meşgul olabiliyor?" diye gönlünden geçirmiş. Hatırına bu düşünce gelince kendisini bir uyku halı bastırmış. Uykuya dalınca rüyasında "kıyametin koptuğunu ve kendisinin bir bataklık içinde batmamak için çırpındığını görmüş." Öyle bir bataklık ve öyle bir çırpınış ki, çırpındıkça batıyor, battıkça çırpınıyor. Kendisinden ve hayatından ümid kestiği bir anda Emir Külâl hazretleri karşısında zahir olmuş ve kuvvetli pazusuyla onu belinden kavradığı gibi çekip çıkarmış. Adam uyanmış ki, güreşini tamamlayan Emir Külâl kendisine dönmüş ve şunları söylemektedir: "Bizim pehlivanlığımız, çamura düşenleri bataktan çıkarmak içindir."
Gerçekten de mutasavvıflardan büyük bir kısmı, halkı Hakk'a götürmek için zaman zaman onlara yakınlaşmayı sağlayacak muhtelif mesleklere intisab etmişler ve bu mesleklerini de tebliğ aracı olarak kullanmışlardır. Nitekim Osmanlılar döneminde Pehlivanlar tekkeleri ile Okçular tekkeleri bu maksatla kurulmuş müesseselerdi. Gürbüz ve sportmen yapılı gençlerin hem bedenlerini, hem de ruh dünyalarını eğitmek amaçlarıydı. Bugün de konuya bu şekilde yaklaşmak suretiyle gençlerle iletişim kurmak gerekmektedir. Bunun için tabii Emir Külâl'lere ihtiyaç vardır.
Emir Külâl, belki de seyyid-neseb ve asil bir ailenin evladı olması sebebiyle manevi bir atmosferde yetişti. Hatta bazı menkıbelerde onun daha ana karnında iken şüpheli yiyecekler konusunda annesini uyardığı nakledilir. Annesinden gelen menkıbeye göre dermiş ki: "Ne zaman şüpheli bir şey yiyecek olsam, karnımı sancı tutardı. Hatta bu sancı üç defa peş-peşe tekrarlardı. Böylece ben yediğimin şüpheli olduğunu anlar ve yediğimi çıkarırdım. Bütün bunlar karnımda taşıdığım çocuğun nuraniliği sebebiyle idi. Bu yüzden yiyeceklerime çok dikkat ederdim"
Simâsi'ye İntisab:
Emir Külâl hazretlerinin şeyhi Hoca Muhammed Baba Sîmâsî ile tanışması da yine er meydanında olmuştur. Emir Külâl'in asaletini ve maneviyata yatkınlığını bilen Sîmasî ona ulaşmak için er meydanına gidiyor. Yanında bir kaç müridi vardır. Hatta müritleri işin aslını bilmedikleri için, şeyhlerinin böyle bir meydana gelip güreş seyretmesini de yadırgamışlar; fakat şeyhe birşey söylemeye cesaret edememişlerdi. Ancak Sîmasî onların şaşkınlıklarını ve hali yadırgadıklarını fark edince: "Bu meydanda bir er var ki nice erler o yiğidin nazarıyla istikamet bulacaklar" demişti.
Güreş seyri sırasında çarpıcı bir nazarla Emir Külâl'e bakan Simasi bir ara onunda göz göze geldi. Gözlerin gizlice konuştuğu ve kalplerin sessizce anlaştığı bu nazar alış verişinden sonra Simasi, er meydanından müritlerini alarak uzaklaştı. Emir Külâl ise bu bakışın tesirine kendini kaptırarak şeyhinin peşinden koştu ve dergahına varıp kapılandı. Halvet hanesinde kendisiyle tenhaca görüşen Simasi ona, ilk telkinini yaptı ve onu irşad halkasına kattı. Şeyhinin dergahında seyr u sülûke başlayan Emir Külâl, burada aradığını bulmuştu. Yirmi yıl süreyle şeyhine hizmet etti. Haftada iki gün Simas ile Suhar arasında beş fersahlık mesafeyi yaya olarak kat edip şeyhinden istifade etmeye çalışıyordu. Artık güreş ve diğer dünyevi meşguliyetler onun gözünden silinmiş, gönlü yepyeni bir dünyaya dirilmişti.
Altın silsilede kolbaşı olan ve tarikata adını verecek olan Şah-ı Nakşbend Muhammed Bahâeddin Buhârî, Emir'in talebesidir. Emir Külâl hazretleri onu yetiştirdikten sonra irşada mezun kılarken şunları söylemiştir: "Oğlum Bahaeddin, göğsümde ne varsa sana aktardım. İstidadın yüksektir. Var, ulu kişi ara!.."
Oğulları ve Halifeleri
Emir Külâl'in dört oğlu olduğu ve bu dört oğlunun eğitimini de yetiştirdiği dört halifesine havale ettiği rivayet edilir. Bunlar da Burhaneddin, Hamza, Emirşah ve Ömer'di. Bunlardan Burhaneddin'in eğitimini halifelerinden Şah-ı Nakşbend, Hamza'nın eğitimini halifelerinden Arif Dikkeranî, Emirşah'ın eğitimini Mevlana Yadigar, Ömer'in eğitimini de Cemaleddin Dehistanî üstlenmişti.
Emir Külâl, oğlu Burhaneddin'i halifesi Şah-ı Nakşbend'e ısmarlarken şunları söyledi: "Üstad, çırağını eğitip kemale erdirince kendi eserini çırağında görmek ister. Bu suretle hata ve eksikleri varsa düzeltsin, arzu eder. Bu yüzden ben de oğlum Burhaneddin'i sana havale ediyorum. Kendisi herhangi bir eğitim almamıştır. Siz onu istediğiniz gibi yetiştirin, ben de sizin eserinizi görerek itminan sağlıyayım."
Şeyhinden aldığı emir gereği, onun eğitimiyle meşgul olan Şah-ı Nakşbend, kısa zamanda dereceler kat'etmesine vesile oldu. Ruhi yapışı gereği halveti ve yalnızlığı seven Burhaneddin'i yetiştirdi. Halkın arasına girmesini sağladı ve şeyhinin takdirini kazandı. Oğlunun manevi terakkisini gören Emir Külâl, "Burhaneddin, bizim burhanımızdır" diyerek hem oğluna, hem de oğlunu yetiştiren halifesi Şah-ı Nakşbend hazretlerine iltifatta bulunurlardı.
Emir Külâl'in oğulları ve halifeleri vasıtasıyla gelişen tarikatı, Şah-ı Nakşbend ile devam etmiştir.
Boyu uzun, kolları geniş ve uzunca idi. Kaşları çatık, gözleri keskindi. Esmer tenliydi. Sakalının beyazı azdı. Tevazu ehli ve yumuşak başlı idi. İtiraz ve inad nedir bilmezdi. Gençliğinde pehlivanlık yapardı. Güçlü kuvvetli ve iri yapılı idi. Şeriat, tarikat ve marifeti cem etmiş bir veliyy-i kâmildi.
Emir Külâl, seyyid-nesebdir. Babasının adı Hamza. Buhara'ya iki fersah mesafedeki Suhar köyünden. Orada doğdu, orada yaşadı ve orada öldü. Vefat tarihi: 8 Cemaziyelevvel 772 / 29 Kasım 1370. Doğum tarihi hakkında kesin bir bilgiye sahip değiliz. Ailesinin ve kendisinin çömlekçilikle hayatını kazandığı ve bu yüzden "Külâl" adı ile tanındığı bilinmektedir. Osmanlı sultanlarından Yıldırım Bayezid'e damad olan Bursalıların sevgilisi Emir Sultan hazretleri Emir Külâl ile akrabadır.
Bizim Pehlivanlığımız
Gürbüz bir yapıya sahip bulunan Emir Külâl'in gençlik yıllarında güreş sporuyla meşgul olduğu rivayet edilir. Hatta onun gibi seyyid-nesep birine güreş gibi bir sporla meşgul olmayı yakıştıramayan bir zata aid şöyle bir menkıbe nakledilir: Büyük bir kalabalık arasında güreş tutan Emir Külâl'ı seyredenlerden biri, "Peygamber soyundan gelen biri nasıl olup da, böyle bid'at sayılabilecek bir işle meşgul olabiliyor?" diye gönlünden geçirmiş. Hatırına bu düşünce gelince kendisini bir uyku halı bastırmış. Uykuya dalınca rüyasında "kıyametin koptuğunu ve kendisinin bir bataklık içinde batmamak için çırpındığını görmüş." Öyle bir bataklık ve öyle bir çırpınış ki, çırpındıkça batıyor, battıkça çırpınıyor. Kendisinden ve hayatından ümid kestiği bir anda Emir Külâl hazretleri karşısında zahir olmuş ve kuvvetli pazusuyla onu belinden kavradığı gibi çekip çıkarmış. Adam uyanmış ki, güreşini tamamlayan Emir Külâl kendisine dönmüş ve şunları söylemektedir: "Bizim pehlivanlığımız, çamura düşenleri bataktan çıkarmak içindir."
Gerçekten de mutasavvıflardan büyük bir kısmı, halkı Hakk'a götürmek için zaman zaman onlara yakınlaşmayı sağlayacak muhtelif mesleklere intisab etmişler ve bu mesleklerini de tebliğ aracı olarak kullanmışlardır. Nitekim Osmanlılar döneminde Pehlivanlar tekkeleri ile Okçular tekkeleri bu maksatla kurulmuş müesseselerdi. Gürbüz ve sportmen yapılı gençlerin hem bedenlerini, hem de ruh dünyalarını eğitmek amaçlarıydı. Bugün de konuya bu şekilde yaklaşmak suretiyle gençlerle iletişim kurmak gerekmektedir. Bunun için tabii Emir Külâl'lere ihtiyaç vardır.
Emir Külâl, belki de seyyid-neseb ve asil bir ailenin evladı olması sebebiyle manevi bir atmosferde yetişti. Hatta bazı menkıbelerde onun daha ana karnında iken şüpheli yiyecekler konusunda annesini uyardığı nakledilir. Annesinden gelen menkıbeye göre dermiş ki: "Ne zaman şüpheli bir şey yiyecek olsam, karnımı sancı tutardı. Hatta bu sancı üç defa peş-peşe tekrarlardı. Böylece ben yediğimin şüpheli olduğunu anlar ve yediğimi çıkarırdım. Bütün bunlar karnımda taşıdığım çocuğun nuraniliği sebebiyle idi. Bu yüzden yiyeceklerime çok dikkat ederdim"
Simâsi'ye İntisab:
Emir Külâl hazretlerinin şeyhi Hoca Muhammed Baba Sîmâsî ile tanışması da yine er meydanında olmuştur. Emir Külâl'in asaletini ve maneviyata yatkınlığını bilen Sîmasî ona ulaşmak için er meydanına gidiyor. Yanında bir kaç müridi vardır. Hatta müritleri işin aslını bilmedikleri için, şeyhlerinin böyle bir meydana gelip güreş seyretmesini de yadırgamışlar; fakat şeyhe birşey söylemeye cesaret edememişlerdi. Ancak Sîmasî onların şaşkınlıklarını ve hali yadırgadıklarını fark edince: "Bu meydanda bir er var ki nice erler o yiğidin nazarıyla istikamet bulacaklar" demişti.
Güreş seyri sırasında çarpıcı bir nazarla Emir Külâl'e bakan Simasi bir ara onunda göz göze geldi. Gözlerin gizlice konuştuğu ve kalplerin sessizce anlaştığı bu nazar alış verişinden sonra Simasi, er meydanından müritlerini alarak uzaklaştı. Emir Külâl ise bu bakışın tesirine kendini kaptırarak şeyhinin peşinden koştu ve dergahına varıp kapılandı. Halvet hanesinde kendisiyle tenhaca görüşen Simasi ona, ilk telkinini yaptı ve onu irşad halkasına kattı. Şeyhinin dergahında seyr u sülûke başlayan Emir Külâl, burada aradığını bulmuştu. Yirmi yıl süreyle şeyhine hizmet etti. Haftada iki gün Simas ile Suhar arasında beş fersahlık mesafeyi yaya olarak kat edip şeyhinden istifade etmeye çalışıyordu. Artık güreş ve diğer dünyevi meşguliyetler onun gözünden silinmiş, gönlü yepyeni bir dünyaya dirilmişti.
Altın silsilede kolbaşı olan ve tarikata adını verecek olan Şah-ı Nakşbend Muhammed Bahâeddin Buhârî, Emir'in talebesidir. Emir Külâl hazretleri onu yetiştirdikten sonra irşada mezun kılarken şunları söylemiştir: "Oğlum Bahaeddin, göğsümde ne varsa sana aktardım. İstidadın yüksektir. Var, ulu kişi ara!.."
Oğulları ve Halifeleri
Emir Külâl'in dört oğlu olduğu ve bu dört oğlunun eğitimini de yetiştirdiği dört halifesine havale ettiği rivayet edilir. Bunlar da Burhaneddin, Hamza, Emirşah ve Ömer'di. Bunlardan Burhaneddin'in eğitimini halifelerinden Şah-ı Nakşbend, Hamza'nın eğitimini halifelerinden Arif Dikkeranî, Emirşah'ın eğitimini Mevlana Yadigar, Ömer'in eğitimini de Cemaleddin Dehistanî üstlenmişti.
Emir Külâl, oğlu Burhaneddin'i halifesi Şah-ı Nakşbend'e ısmarlarken şunları söyledi: "Üstad, çırağını eğitip kemale erdirince kendi eserini çırağında görmek ister. Bu suretle hata ve eksikleri varsa düzeltsin, arzu eder. Bu yüzden ben de oğlum Burhaneddin'i sana havale ediyorum. Kendisi herhangi bir eğitim almamıştır. Siz onu istediğiniz gibi yetiştirin, ben de sizin eserinizi görerek itminan sağlıyayım."
Şeyhinden aldığı emir gereği, onun eğitimiyle meşgul olan Şah-ı Nakşbend, kısa zamanda dereceler kat'etmesine vesile oldu. Ruhi yapışı gereği halveti ve yalnızlığı seven Burhaneddin'i yetiştirdi. Halkın arasına girmesini sağladı ve şeyhinin takdirini kazandı. Oğlunun manevi terakkisini gören Emir Külâl, "Burhaneddin, bizim burhanımızdır" diyerek hem oğluna, hem de oğlunu yetiştiren halifesi Şah-ı Nakşbend hazretlerine iltifatta bulunurlardı.
Emir Külâl'in oğulları ve halifeleri vasıtasıyla gelişen tarikatı, Şah-ı Nakşbend ile devam etmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder